2 Temmuz 2014 Çarşamba

What is a Preposition? Edat nedir?

What is a Preposition?
Edat nedir?


A preposition links nouns, pronouns and phrases to other words in a sentence.
Edatlar isimleri, zamirleri ve öbekleri cümlenin diğer öğelerine bağlarlar.

You can sit before (önünde) the desk (or in front of (önünde) the desk).
The professor can sit on (üzerinde) the desk (when he's being informal) or behind (arkasında) the desk, and then his feet are under (altında) the desk or beneath (altında) the desk. He can stand beside (yanında) the desk (meaning next to (yanında) the desk), before (önünde) the desk, between (arasında) the desk and you, or even on (üzerinde) the desk (if he's really strange). If he's clumsy, he can bump into (içine doğru) the desk or try to walk through (içinden) the desk (and stuff would fall off (aşağı) the desk). Passing his hands over (üstünde) the desk or resting his elbows upon (üzerinde) the desk, he often looks across (karşıya) the desk and speaks of the desk or concerning (ilgili olarak) the desk as if there were nothing elselike (gibi) the desk. Because he thinks of nothing except (dışında) the desk, sometimes you wonder about (hakkında) the desk, what's in (içinde) the desk, what he paid for (için) the desk, and if he could live without (olmaksızın) the desk. You can walk toward (-e doğru) the desk, to (-e, -a) the desk, around (çevresinde) the desk, by (boyunca) the desk, and even past (geride bırakmak) the desk while he sits at (-de, -da) the desk or leans against (-e, -a) the desk.
All of this happens, of course, in time: during (esnasında) the class, before (önce) the class, until (-e kadar) the class, throughout (boyunca) the class, after (sonra) the class, etc. and the professor can sit there in a bad mood [another adverbial construction].

Prepositions
Edatlar


At
at - is a mechanism for denoting the specific, it usually refers to fixed points in time (e.g.: clock times) and specific points in space.
at genellikle zamandaki sabit noktalara ya da uzaydaki herhangi belirli bir noktaya işaret eder.

Time: The preposition at is used in the following descriptions of time:
Zaman: At edatı zamanla ilgili aşağıdaki durumlarda kullanılır.

With clock times:
Saati ifade ederken:

My last train leaves at 10:30.
Son trenim 10:30'da kalkıyor.

We left at midnight.
Geceyarısı ayrıldık.

The meeting starts at two thirty.
Görüşme iki buçukta başlayacak.

With specific times of day, or mealtimes:
Günün belirli zamanlarını, ya da yemek saatlerini ifade ederken:

He doesn't like driving at night.
Gece araba kullanmayı sevmez.

I'll go shopping at lunchtime.
Öğle yemeği vaktinde alışverişe gideceğim.

I like to read the children a story at bedtime.
Yatma vaktinde çocuklara hikaye okumayı seviyorum.

With festivals:
Bayramlarda:

Are you going home at Christmas/Easter?
Noel'de / Paskalya'da eve gidiyor musun?

In certain fixed expressions which refer to specific points in time:
Zamanda belirli noktalara işaret eden bazı sabit ifadelerle:

Are you leaving at the weekend?
Haftasonu ayrılıyor musun?

She's working at the moment.
Şu anda çalışıyor.

He's unavailable at present.
Şu anda müsait değil.

I'll finish the course at the end of April.
Kursu Nisan sonunda bitiriyorum.

We arrived at the same time.
Aynı zamanda vardık.

Place: The preposition at is used in the following descriptions of place/position:
Yer: At edatı aşağıdaki yer / konum durumlarında kullanılır.

With specific places/points in space:
Belirli yerler / noktalar ile:

She kept the horse at a nearby farm.
Atı yakındaki bir çiftlikte muhafaza etti.

I had a cup of coffee at Helen's (house/flat).
Helen'de bir fincan kahve içtim.

Angie's still at home.
Angie hala evdedir.

I'll meet you at reception.
Seni resepsiyonda karşılayacağım.

There's a man at the door.
Kapıda bir adam var.

I saw her standing at the bus stop.
Onu otobüs durağında ayakta gördüm.

Turn right at the traffic lights.
Işıklarda sağa dön.

The index is at the back of the book.
Dizin kitabın arkasındadır

Write your name at the top of each page.
İsminizi her sayfanın en üstüne yazın.

With public places and shops:
Kamu yerleri ve dükkanlarla birlikte:

Jane's at the dentist/hairdresser.
Jane dişçidedir / kuafördedir.

I studied German at college/school/university.
Kolejde / okulda / üniversitede Almanca eğitimi aldım.

Shall I meet you at the station?
İstasyonda buluşalım mı?

We bought some bread at the supermarket.
Süpermarketten biraz ekmek aldık.

With addresses:
Adreslerle birlikte:

They live at 70, Duncombe Place.
Duncombe Place, 70 numarada oturuyorlar.

With events:
Olaylarla birlikte:

I met her at last year's conference.
Onunla geçen yılki konferansta tanıştım.

She wasn't at Simon's party.
O, Simon'ın partisinde yoktu.


Other:
Diğer:


At is used for showing specific temperatures, prices and speeds, etc.
At belirli sıcaklıkları, fiyatları, hızları vs. anlatmak için kullanılır.

Tickets are now on sale at £15 each.
Biletler şimdi tanesi 15 £'dan satılıyor.

He denied driving at 110 miles per hour.
Saatte 110 mil hız yaparak araba kullandığını inkar etti.

And more generally to talk about the level or rate of something, e.g.:
Ve genel olarak bir şeyin seviyesi ya da hızı ile ilgili şeyleri anlatmak üzere kullanılır

Interest rates have stayed at this level for several months.
Faiz oranları bu seviyede aylardır duruyor.

The loan repayments are going up at an alarming rate.
Borç geri ödemeleri endişe verici düzeyde artıyor.

At is used to show when someone is a particular age:, e.g.:
At bir kişinin belirli bir yaşta olduğunu ifade ederken kullanılır

He began composing at the age of 5.
Beste yapmaya beş yaşında başladı.

She chose not to retire at 65.
65 yaşında emekli olmamayı seçti.

At is used to show that an activity is directed specifically towards someone or something:
At bir eylemin doğrudan birine ya da bir şeye yönelik yapıldığını ifade etmek için kullanılır

He is always shouting at the children.
Çocuklara her zaman bağırıyor.

Jamie threw the ball at the wall.
Jamie topu duvara attı.

Why are you staring at her like that?
Kıza neden öyle bakıyorsun?

At is used to show the specific cause of a feeling or reaction:
At bir duygunun ya da tepkinin belirli nedenini ifade etmek için kullanılır

Audiences still laugh at her jokes.
Seyirciler hala onun şakalarına gülüyor.

We were rather surprised at the news.
Haberler bizi oldukça şaşırtmıştı.



In

Time: The preposition in is used in the following descriptions of time:
Zaman: In edatı aşağıdaki zaman ifadelerinde kullanılır.

With months, years, seasons, and longer periods of time:
Aylar, yıllar, mevsimler ve daha uzun zaman periyotları için:

I was born in 1965.
Ben 1965'te doğmuşum.

We're going to visit them in May.
Onları Mayıs'ta ziyaret edeceğiz.

The pool is closed in winter.
Havuz kışın kapalıdır.

He was famous in the 1980's.
O, 1980'lerde ünlüydü.

The play is set in the Middle Ages.
Oyun Orta Çağlarda geçiyor.

They've done work for me in the past.
Onlar geçmişte benim için iş yaptılar.

With periods of time during the day:
Gün içerisinde zaman periyotları için:

He's leaving in the morning.
O, sabah ayrılıyor.

She usually has a sleep in the afternoon(s).
Öğleden sonraları genellikle uyur.

I tried to work in the evening.
Akşam çalışmayı denedim.

To describe the amount of time needed to do something:
Bir şeyi yapmak için gereken zamanı tariff etmek için:

They managed to finish the job in two weeks.
İşi iki haftada bitirmeyi becerdiler.

To indicate when something will happen in the future:
Bir şeyin gelecekte gerçekleşeceğini belirtmek için:

She'll be ready in a few minutes.
Birkaç dakika içerisinde hazır olacak.

He's gone away but he'll be back in a couple of days.
Gitti ancak birkaç gün içerisinde geri dönecek.

Place: The preposition in is used in the following descriptions of place/position:
Yer: In edatı aşağıdaki yer ifadelerinde kullanılır.

With geographical regions:
Coğrafi bölgelerle birlikte

Driving in England is harder.
İngiltere'de araba kullanmak daha zordur.

Orgiva is a very small village in the mountains.
Orgiva dağların içinde küçük bir köydür.

With cities, towns and larger areas:
Kentler, şehirler ve daha büyük alanlarla birlikte

Do you like living in Nottingham?
Nottingham'da yaşamayı seviyor musun?

They were having a picnic in the park.
Parkta bir piknik yapıyorlardı.

She works somewhere in the toy department.
Oyuncak bölümünde bir yerde çalışıyor.

With buildings/rooms and places that can be thought of as surrounding a person or object on all sides:
Bir kişiyi ya da nesnenin her tarafını sardığı düşünülebilen binalar/odalar ve yerlerle birlikte

Can you take a seat in the waiting room please?
Bekleme odasında oturabilir misiniz lütfen?

I've left my bag in the office.
Çantamı ofiste bıraktım.

There's a wedding in the church this afternoon.
Kilisede bu akşam bir düğün var.

Lots of people were swimming in the lake.
Pek çok insan gölde yüzüyordu.

John is in the water.
John suyun içindedir.

With containers:
Kaplarla::

There's fresh milk in the fridge.
Buzdolabında taze süt var.

I think I've got a tissue in my pocket.
Sanırım cebimde kağıt mendil var.

The money is in the top drawer of my desk.
Para benim masamın en üst çekmecesindedir.

With liquids and other substances, to show what they contain:
Sıvılar ve diğer maddelerle birlikte, ne içerdiklerini ifade etmek için

Do you take milk in your coffee?
Kahvenize süt alır mısınız?

I can taste garlic in this sauce.
Bu sosun içindeki sarımsağın tadını alabiliyorum.

There's a lot of fat in cheese and butter.
Peynirde ve tereyağında bolca yağ var.


Other:
Diğer:

In is used to show movement towards the inside of a container, place or area:
In bir kap, yer ya da alanın içine doğru yapılan hareketi ifade etmek için kullanılır.

She put the letter back in her briefcase.
Mektubu çantasına geri koydu.

The farmer fired a few shots in the air.
Çiftçi havaya birkaç el ateş etti.

In is used to show when something is part of something else:
In bir şeyin, bir başka şeyin parçası olduğunu ifade etmek için kullanılır.

I've found one or two spelling mistakes in your essay.
Denemende bir ya da iki yazım hatası buldum.

Who's the little girl in the photograph?
Fotoğraftaki küçük kız kim?

There are several valuable paintings in the collection.
Bu koleksiyonda birkaç değerli tablo var.

In is used to show that someone is wearing something:
In birinin bir şey giydiğini ifade etmek için kullanılır.

Do you know that girl in the black dress?
Siyah elbiseli kızı biliyor musun?

A man in a brown suit was walking towards her.
Kahverengi takım elbiseli bir adam ona doğru yürüyordu.

In is used to show how things are arranged, expressed or written:
In nesnelerin nasıl düzenlendiğini, ifade edildiğini ya da yazıldığını ifade etmek için kullanılır.

We gathered round in a circle.
Bir daire şeklinde toplandık.

Their names are given in alphabetical order.
İsimleri alfabetik sırada verilmişti.

She spoke to me in Spanish.
Benimle İspanyolca konuştu.


On:
Time: The preposition on is used in the following descriptions of time:
Zaman: On edatı aşağıdaki zaman ifadelerinde kullanılır.

With days of the week, and parts of days of the week:
Haftanın günleri ve haftanın günlerinin parçalarıyla birlikte:

I'll see you on Friday.
Seni Cuma günü görürüm.

She usually works on Mondays.
Pazartesileri genellikle çalışıyor.

We're going to the theatre on Wednesday evening.
Çarşamba akşamı tiyatroya gidiyoruz.

(Note that in spoken English, on is often omitted in this context, e.g.: I'll see you Friday.)
(Konuşma dilinde, bu anlamda kullanıldığında "on" genelde kullanılmaz, "I'll see you Friday" örneğinde olduğu gibi)

With dates:
Tarihlerle birlikte:

The interview is on 29th April.
Görüşme 29 Nisan'dadır.

He was born on February 14th 1995.
14 Şubat 1995'te doğmuş.

With special days:
Özel günlerle:

She was born on Valentine's day.
Sevgililer Günü'nde doğmuş.

We move house on Christmas Eve.
Evi Noel Arefesinde taşıyoruz.

I have an exam on my birthday.
Doğum günümde bir sınavım var.

Place: The preposition on is used in the following descriptions of place/position:
Yer: On edatı aşağıdaki yer/konum ifadelerinde kullanılır.

With surfaces, or things that can be thought of as surfaces:
Yüzeyler ya da yüzey gibi düşünülebilecek şeylerle birlikte:

The letter is on my desk.
Mektup masamın üzerindedir.

There was a beautiful painting on the wall.
Duvarda çok güzel bir tablo vardı.

The toy department is on the first floor.
Oyuncak bölümü birinci kattadır.

Write the number down on a piece of paper.
Numarayı bir kağıt parçasının üzerine yaz.

You've got a dirty mark on your jumper.
Kazağının üzerinde bir leke var.

He had a large spot on his nose.
Burnunun üstünde büyük bir nokta var.

She placed her hand on my shoulder.
Elini omzumun üstüne koydu.

Jean is on the floor.
Jean zeminin üstündedir.

With roads/streets, or other things that can be thought of as a line, e.g.: rivers:
Caddelerle/sokaklarla, ya da bir doğru şeklinde düşünülebilecek diğer şeylerle birlikte

Debbie lives on Croft Lane.
Debbie Croft Sokağı'nda yaşıyor.

The bank is on the corner of King's Street.
Banka King Sokağı'nın köşesindedir.

Koblenz is on the Rhine.
Koblenz Rhine'dadır.

Bournemouth is on the south coast.
Bournemouth güney kıyısındadır.

It's the second turning on the left.
Soldan ikinci dönüştedir.

Other:
Diğer:

On is used to show movement in the direction of a surface:
On, bir yüzeyin yönünde hareketi ifade etmek için kullanılır.

We could hear the rain falling on the roof.
Çatıya düşen yağmurun sesini duyabiliyorduk.

I dropped my bags on the floor.
Çantalarımı yere düşürdüm.

On is used to show when the surface of something accidentally hits or touches a part of the body:
On bir şeyin yüzeyi kazara vücudun bir parçasına değdiğinde ya da çarptığında kullanılır.

I cut my finger on a sharp knife.
Parmağımı keskin bir bıçakla kestim.

On is used to show that a part of someone's body is supporting their weight:
On bir kimsenin vücudunu bir uzvu üzerinde dengede tuttuğunu ifade etmek için kullanılır.

She was balancing on one leg.
Tek ayağının üstünde dengede duruyordu.

He was on his hands and knees under the table.
Masanın altında ellerinin ve dizlerinin üstündeydi.

On is used to show that something is included in a list:
On bir şeyin bir listede olduğunu ifade etmek için kullanılır.

He's not on the list of suspects.
Şüpheliler listesinde o yok.

How many items are on the agenda?
Ajandada kaç madde var?


To:
1. In a direction toward so as to reach:
Ulaşmak üzere bir yöne doğru anlamında.

He went to the city.
Şehre gitti.

2. Towards:
Bir tarafa doğru.

She turned to me.
Bana doğru döndü.

3. Reaching as far as:
Ulaşabildiği yere kadar

The ocean water was clear all the way to the bottom.
Okyanus suyu dibe kadar tertemizdi.

4. To the extent or degree of:
Bir seviye ya da dereceye kadar.

She loved him to distraction.
Umutsuzca onu seviyordu.

5. With the resultant condition of:
Bir bitiş durumu ile:

They nursed her back to health.
Onu sağlıklı haline geri kavuşturdular.

6. Toward a given state:
Verilen bir duruma doğru.

He is helping minority women to economic equality.
Ekonomik eşitlik için azınlık kadınlarına yardım ediyor.

7. In contact with; against:
Temas halinde, dayanır halde

Their faces pressed to the windows.
Yüzleri camlara yapıştı.

8. In front of:
Önünde

They stood face to face.
Yüz yüze ayakta durdular.

9. Used to indicate appropriation or possession:
Uygunluk ya da sahiplik için

She looked for the top to the jar.
Kavanoza kadar yukarı baktı.

10. Concerning; regarding:
İlgili olarak

I am waiting for an answer to my letter.
Mektubumla ilgili olarak bir cevap bekliyorum.

12. As an accompaniment or a complement of:
Uygun ya da tamamlayıcı olarak

She danced to the tune.
Müziğe uygun dans etti.

13. Composing; constituting:
Oluşturmak

Two bottles to a liter.
İki şişe bir litre ediyor.

15. As compared with:
Karşılaştırma

It is a book superior to his others.
Diğer kitaplarına göre daha üstün bir kitaptır.


Under:
1. Directly below or underneath the base of something
Bir şeyin tabanın doğrudan altında

He is under the car.
O, arabanın altındadır.

2. Beneath a layer of something
Bir tabakanın altında

He had two sweaters on under his jacket.
Ceketinin altında iki kazak vardı.

3. Fewer in number than or less than something, for example, in age, quantity, size, or price
Bir seviyenin ya da ölçünün (yaş, miktar, büyüklük ve fiyat gibi) altında olmak.

By the age of sixteen she was still under 1.60.
O, onaltı yaşında hala 1.60'ındaydı.

4. Lower in rank or status than somebody
Makam ya da konum olarak aşağıda olmak

I was under him in the company hierarchy.
Ben şirket hiyerarşisinde onun altındaydım.


Before:

1. In the presence of a person or body of people
Bir kişi ya da topluluğun huzurunda

She spoke before a huge crowd yesterday.
Dün dev bir kalabalığın huzurunda konuştu.

2. Preposition with more importance than: indicating that one thing is preferable to or more important than another
Bir şeyin bir diğerine tercih edilebileceği, önceliğinin yüksek olduğunu belirtir

Their needs come before yours.
Onun ihtiyaçları seninkinden once gelir.

3. Under the consideration or jurisdiction of:
Dikkati üzerinde ya da yargısı altında

The case is now before the court.
Dava şimdi mahkeme önünde.

4. Preposition earlier: earlier than a particular date, time, or event
Zaman olarak bir şeyden daha önce

Before the meeting, Kristen developed the pictures of the project.
Toplantıdan once Kristen projenin resimlerini geliştirdi.

After:
1. Behind in place or order:
Yer ya da sıra olarak geride

Z comes after Y in the alphabet.
Z alfabede Y'den sonra gelir.

2. In quest or pursuit of:
Hedef, takip anlamı. Peşinde olmak

She seeks after fame
O şöhret peşindedir.

3. Subsequent in time to; at a later time than:
Zaman olarak daha sonra

This is his tooth after the treatment.
Bu onun tedaviden sonraki dişidir.

4. With the same or close to the same name as; in honor or commemoration of:
Onurlandırma ya da anma amacıyla aynı ismi almış olmak

He is named after her mother.
Annesinin adını taşıyor.

5. Concerning:
İlgilenmek, bakmak

He looks after me.
Bana bakıyor.

Behind:

1. Preposition at the back of: in or toward a position further back or at the rear of something:
Bir şeyin gerisinde, arkasında olmak

The mouse is behind the black ball.
Fare siyah topun arkasında

2. Preposition following: following somebody or something:
Birini ya da bir şeyi takip etmek, birinin peşinde olmak

The police were hard behind the escapees.
Polis kaçakların sıkı bir şekilde peşindeydi

3. Preposition in the past: indicates that an achievement or experience happened in the past:
Bazı olayların geçmişte gerçekleşmiş olması

My best days are behind me.
En güzel günlerim arkamda kaldı

4. Preposition late: indicates that something is not as far advanced as it should be:
Bir şeyin olması gerekenden geç kalmış olması, arkada olmak

They are seven weeks behind schedule
Onlar planın yedi hafta gerisinde

5. Preposition causing something: causing or being responsible for something
Bir şeye neden olmak, "arkasında yatmak"

The reason behind it.
Arkasında yatan sebep

6. Preposition supporting somebody: backing or supporting somebody:
Desteklemek, arkasında olmak

I'm behind you all the way on this issue.
Bu konuda tamamen arkandayım

7. Preposition underneath: underneath the external appearance of somebody or something:
Dış görünüşün altında, arkasında "yatan"

Behind his calm exterior, he was very confused
Soğukkanlı görünüşüne rağmen, kafası çok karışmıştı


For:
1. Used to indicate the object, aim, or purpose of an action or activity:
Bir nesne, eylem ya da etkinliğini, amacını belirtmek için kullanılır

Perfume for men.
Erkekler için parfüm

2.
Used to indicate the object of a desire, intention, or perception:
Bir tutku ya da isteğin yönün ifade etmek için kullanılır

He is eager for success.
O başarı için heveslidir.

3. Used to indicate the recipient or beneficiary of an action:
Bir eylemin alıcısını ya da eylemden faydalacak olanı ifade etmek için kullanılır

She prepared lunch for us.
Bizim için öğle yemeği hazırladı.

4. Used to indicate equivalence or equality:
Eşitlik, eşdeğerlik ifade etmek için kullanılır

he paid ten dollars for a ticket
Bir bllet için on dolar ödedi

5. Used to indicate amount, extent, or duration:
Miktar, süre belirtmek için kullanılır.

He walked for miles
O millerce yürüdü.

She stood in line for an hour
O, sırada bir saat bekledi.

Beneath:
1. Lower than; below:
Altında, alçak

A drawer beneath a cabinet.
Dolabın altında bir çekmece

2. Covered or concealed by:
Bir şey tarafından örtülmüş, altında kalmış

The earth lay beneath a blanket of snow.
Yeryüzü kardan bir battaniyenin altında kalmıştı


Besides:
1. At the side of; next to.
Yanında

He can stand beside the desk
O, masanın yanında durabilir.

2. In comparison with:
Bir şeyle karşılaştırıldığında, bir şeylerin yanında

A proposal that seems quite reasonable beside the others.
Diğerlerinin yanında oldukça makul bir teklif


Between:
1. In or through the position or interval separating:
İki şeyi ayıran boşluğun içinde

There is a canvas between the trees.
Ağaçların arasında bir pankart vardır.

2. Intermediate to, as in quantity, amount, or degree:
Miktar, adet ya da derece olarak arada olmak

It costs between 15 and 20 dollars.
15 ile 20 dolar arası tutuyor.

3. Connecting spatially:
İki şeyi birleştiren, iki şeyin arasında

There is a railroad between the two cities.
İki şehrin arasında bir trenyolu vardır.

4. Associating or uniting in a reciprocal action or relationship:
Kaşılıklı bir ilişkiyi ifade eder

There was an agreement between workers and management.
İşçiler ile yönetim arasında bir anlaşma vardı.


Into:
1. To the inside or interior of:
İçine, ya da içinde

He went into the house.
Evin içine gitti.

2. To the activity or occupation of:
Bir etkinliğe ya da işe yönelme, girme

Recent college graduates who go into banking are happy.
Bankacılığa yönelen yeni üniversite mezunları mutlular.

3. To the condition, state, or form of:
Bir duruma ya da biçime doğru

There were dishes breaking into pieces.
Parçalara ayrılan tabaklar vardı.

4. In the direction of; toward:
Yönüne doğru

He pointed into the sky.
O, gökyüzüne doğru işaret etti.


Through:
1. In one side and out the opposite or another side of:
Bir yönden içine girip başka bir yönden dışına çıkmak

He went through the fire.
O, ateşin içinden geçti

2. Among or between; in the midst of:
Arasında, içinde

We made a walk through the flowers.
Çiçeklerin içinde/arasında bir yürüyüş yaptık.

3. By way of:
Yoluyla, üzerinden aracılığıyla

He climbed in through the window.
O, pencere yoluyla tırmanmış.

4. By the means or agency of:
Aracılığıyla

He bought the antique vase through a dealer.
Antika vazoyu bir satıcı aracılığıyla satın aldı.

5. Into and out of the handling, care, processing, modification, or consideration of:
İşleme tabi tutulmak, üzerinden geçmek

Her application went through our office.
Onun başvurusu bizim ofisimiz üzerinden geçti.

6. From the beginning to the end of:
Başından sonuna kadar, boyunca

He stayed up through the night.
O, gece boyunca (gecenin başından sonuna kadar) kaldı.

7. At or to the end of; done or finished with, especially successfully:
Bir sürecin sonuna gelmek (genellikle başarılı olunduğunda kullanılır)

We are through the initial testing period.
İlk test döneminin sonundayız.

8. Up to and including:
-e kadar ve o da dahil anlamında

It is a play that runs through December
O, Aralığa kadar (Aralık dahil) oynayan bir oyundur (tiyatro oyunudur).

9. Past and without stopping for:
Geçmek ve durmamak

He drove through a red light.
Bir kırmızı ışıkta (durmadan) geçip gitti

10. Because of; on account of:
Sebebiyle, yoluyla, sayesinde

She succeeded through hard work.
Çok çalışması sayesinde (yoluyla) başarılı oldu.


Off:
1. So as to be removed or distant from:
Ayrılmak, uzağa gitmek

The bird hopped off the branch.
Kuş daldan sıçradı/ayrıldı.

2. Away or relieved from:
Uzaklaşmış, yaptığı bir şeyi yapmayı bırakmış

He is off duty.
O, görev dışıdır (görev verilmeyen).

3. By consuming:
Tüketerek

It's living off locusts and honey.
O çekirge ve bal tüketerek yaşıyor.

4. Extending or branching out from:
Bir şeyden dışarı çıkan ya da bir şeyden uzayan

It is an artery off the heart.
O, kalpten çıkan bir atardamardır.

5. Not up to the usual standard of:
Alışılmış standardından kötü

He is off his game.
(Oyuncunun performansı her zamankinden düşükse) O, kötü oynuyor.


Over:
1. In or at a position above or higher than:
Üstünde ya da yüksek

He is running over the hill.
Tepenin üstünde koşuyor

2. Above and across from one end or side to the other:
Bir ucundan bir ucuna ve üstünden

He made a jump over the fence.
Çitin üstünden bir sıçrayış gerçekleştirdi.

3. On the other side of:
Öteki tarafında.

It is a village over the border.
O, sınırın öteki tarafında bir köydür.

4. Upon the surface of:
Bir yüzeyin üzerine.

He put a coat of varnish over the woodwork.
Ahşapın üzerine bir tabaka vernik sürdü.

5. Through the medium of; via:
Bir araç aracılığıyla, bir araç üzerinden.

I can't tell you over the phone.
Size telefonda (telefon üzerinde) anlatamam

6. Up to or higher than the level or height of:
Bir şeyle aynı ya da ondan daha yüksek.

The water was over my shoulders.
Su omuzlarımın üstüne geliyordu.

7. Through the period or duration of:
Bir dönem, zaman dilimi süresince, boyunca.

Those records were maintained over two years.
O kayıtlar iki yıl boyunca saklandı.

8. More than in degree, quantity, or extent:
Ölçü, miktar ve kapsam olarak daha fazla.

Road is over ten miles.
Yol on milden fazla.

9. In a position to rule or control:
Yönetme ya da üstünlük durumunda olma.

There is no one over him in the department.
Departmanda (yetki olarak) onun üzerinde kimse yok.

10. With reference to; concerning:
Bir konu ile ilgili olarak, bir konu üzerine.

There was an argument over methods.
Yöntemler üzerine bir tartışma vardı.


Across:
1. On, at, or from the other side of:
Bir şeyin karşı tarafında(n)

Grocery is across the street.
Manav sokağın karşı tarafındadır.

2. So as to cross; through:
Boyunca.

He drew lines across the paper.
Kağıt boyunca çizgiler çizdi.

3. From one side of to the other:
Bir ucundan bir ucuna.

It was a bridge across a river.
Bir nehrin bir ucundan bir ucuna bir köprüydü

4. Into contact with:
Temasa geçmek, karşılaşmak, rastlamak.

I came across my old roommate.
Eski oda arkadaşıma rastladım.

Except:
With the exclusion of; other than; but:
Bir şey dışında, bir şeyin haricinde..

He likes everyone except me.
Benim dışımda herkesi seviyor.


About:
1. In the vicinity of; around:
Bir şeyin komşuluğunda, etrafında.

She explored the rivers and streams about the estate.
Arazinin etrafındaki nehirleri ve dereleri keşfetti.

2. In reference to; relating to; concerned with:
İlgili olarak, hakkında.

It is a book about snakes.
O, yılanlar hakkında bir kitaptır.

3. In the act or process of:
Bir eylem ya da süreç içerisinde iken.

While you're about it, please clean your room.
O işle uğraşıyorken lütfen odanı temizle.


Without:
1. Not having; lacking:
-siz, -sız. Bir şeye sahip olmama durumu.

They are a family without a car.
Onlar arabasız bir aile.

2. Not accompanied by; in the absence of:
Bir şeyin eksikliği durumu, bir şey olmaksızın.

He spoke without thinking.
O, düşünmeden (düşünmeksizin) konuştu.


Toward:
1. In the direction of:
Yönüne doğru, -e doğru.

He was driving toward home.
Eve doğru (araba) sürüyordu.

2. In a position facing:
Bir şeyin yüzü bir yöne doğru.

He had his back toward me.
Arkasını bana dönmüştü.

3. With regard to; in relation to:
Bir şeye ilişkin, bir şeyle ilgili olarak.

It is an optimistic attitude toward the future.
Bu, geleceğe ilişkin iyimser bir görüş.

4. By way of achieving; with a view to:
Bir şeyin başarılmasına yönelik.

There are afforts toward peace.
Barışa yönelik girişimler var.


Against:
1. In a direction or course opposite to:
Bir şeye karşı, zıt

We were rowing against the current.
Akıntıya (karşı) kürek çekiyorduk.

2. In contact with so as to rest or press on:
Bir şeye değecek şekilde.

He is pushing against the wall.
Duvara değecek şekilde dayanıyor.

3. In hostile opposition or resistance to:
Bir şeye karşı mücadele.

This is a struggle against fate.
Bu kadere karşı bir mücadeledir.

4. In preparation for; in anticipation of:
Bir şeyin beklentisi sonucu, bir şeye hazırlık olarak.

We have food stored against winter.
Kış için depolanan yiyeceklerimiz var.

5. As a defense or safeguard from:
Bir şeye karşı savunma olarak.

It supplies protection against the cold.
Soğuğa karşı koruma sağlıyor.


During:
1. Throughout the course or duration of:
Bir süreç boyunca, esnasında, sırasında.

We suffered food shortages during the war.
Savaş sırasında yiyecek kıtlıkları yaşadık.

2. At some time in:
Bir sürecin içinde bir noktada.

He was born during a blizzard.
Bir kar fırtınasında doğmuş.


Untill:
1. Up to the time of:
Bir zamana kadar.

We danced until dawn.
Şafağa kadar dans ettik.

2. Before (a specified time):
(Belirli) bir zamandan önce

She can't leave until Friday.
Cuma'ya kadar ayrılamaz.


By:

1. Close to; next to:
Yakın, yanında.

It is the window by the door.
O, kapıya yakın (kapının yanındaki) penceredir.

2. With the use or help of; through:
Bir şey yardımıyla, vasıtasıyla, üzerinden.

We came by the back road.
Yol vasıtasıyla geri döndük.

3. Not later than:
Belirli bir saatten daha geç olmamak üzere.

You should be here by 5:30 P.M.
17:30'dan daha geç olmamak üzere burada olmalısın.

4. To the extent of:
Bir şeyin kapsamı, ne kadar olduğu.

He was shorter by two inches.
O iki santim daha kısaydı. (Burada kısa olmanın ölçüsünün 2 santim olduğunu anlatıyor)

5. According to:
Bir şeye göre.

She played by the rules.
O kurallara gore oynadı.

6. Through the agency or action of:
Bir şey ya da eylem vasıtasıyla.

He was killed by a bullet.
O, bir mermi ile öldürüldü.

7. Used to indicate a succession of specified individuals, groups, or quantities:
-er … -er. Bireylerin ya da şeylerin ardışık olarak bir şeye maruz kalması, bir şeyi yapması.

One by one they left.
Birer birer terk ettiler.

Used in multiplication and division:
Çarpmada kullanılır.

Multiply 4 by 6 to get 24.
4 ve 6'yı çarparsak 24 elde ederiz.

9. Used with measurements:
Ölçümlerde kullanılır.

It was a room 12 by 18 feet.
12 adıma 18 adım bir odaydı.


In front of:
1. Facing someone or a group:
Bir kişinin ya da topluluğun önünde.

He was shy about speaking in front of a large audience.
Büyük bir topluluğun önünde konuşma konusunda çekingendi.

2. In someone's presence:
Bir kişinin huzurunda, önünde.

Let's not fight in front of the children.
Çocukların önünde tartışmayalım.


Among:
1. In the midst of; surrounded by:
Ortasında, çevrili

It was a pine tree among cedars.
Sedirlerin arasında bir çam ağacıydı.

2. In the group, number, or class of:
Bir sınıfta, grupta, onlardan biri.

She is among the wealthy.
O zenginler arasında (onlardan biri anlamında).

3. In the company of; in association with:
Birilerine eşlik etmek, birlikte hareket etmek.

She is traveling among a group of tourists.
Bir grup turistle birlikte seyahat ediyor.

4. Each with the other:
Karşılıklı olarak, aranızda.

Don't fight among yourselves.
(Birbirinizle) Kendi aranızda kavga etmeyin.


Since:
Continuously from:
Bir andan beri süregele, beri.

They have been friends since childhood.
Çocukluktan beri arkadaşlar.


From:
1. Used to indicate a specified place or time as a starting point:
Bir yer ya da zamanı başlangıç noktası olarak belirtmek için kullanılır.

She walked home from the station.
İstasyondan eve kadar yürüdü.

I'm here from six o'clock on.
Saat altıdan beri buradayım.

2. Used to indicate a specified point as the first of two limits:
İki uç noktadan başlangıcı göstermek için.

From grades four to six.
Notlar dörtten altıya kadardır.

3. Used to indicate a source, cause, agent, or instrument:
Bir kaynak, sebep, vasıta ya da aracı belirtir.

It was a note from the teacher.
Öğretmenden gelen bir nottu (kaynak anlamında).

4. Used to indicate separation, removal, or exclusion:
Bir şeyden ayırmak, bir şeyi ortadan kaldırmak.

Liberation from bondage.
Kölelikten kurtulmak

5. Because of:
Sebebiyle, bir şeyden kaynaklanarak.

He was fainted from hunger.
Açlıktan bilincini yitirmek üzereydi.


Within:
1. In the inner part or parts of; inside:
İç kısımlarda, içinde

There was a resentment seething within him.
İçinde kaynayan bir kızgınlık vardı.

2. Inside the limits or extent of in time or distance:
Zaman ya da mekan olarak belli sınırlar içinde

Supermarket was within ten miles of home.
Market eve on mil mesafedeydi (evin on millik çevresi içerisinde)

3. Inside the fixed limits of; not beyond:
Belli limitler içerisinde, daha fazla değil.

She was living within her income.
Kendi geliri ile yaşıyordu (daha fazla harcamıyordu).


Inside:
1. Within:
İçerisinde

We'll be there inside an hour.
Bir saat içerisinde orada olacağız.

2. On the inner side or part of:
İç kısmında ya da bir parçası.

There is a gift inside the package.
Paketin içerisinde bir hediye var.

3. Into the interior of:
İçinde doğru.

He went inside the house.
Evin içine girdi.


Above:
1. Over or higher than:
Üstünde ya da daha üstte.

He is holding the TV above his head.
Televizyonu başının üstünde tutuyor.

2. Superior to in rank, position, or number; greater than:
Üstte tutmak, daha fazla değer vermek

Put principles above expediency.
İlkeleri çıkarların üstünde tutunuz.

3. More than:
Bir şeyden fazla.

It is above normal temperature.
Normal sıcaklığın üstünde.

4. North of:
Kuzeyinde.

Minnesota is above Iowa.
Minnesota Iowa'nın kuzeyindedir.


Below:
1. Underneath; beneath.
Altında, aşağısında.

There's a cat below window.
Pencerenin altında bir kedi var.

2. South of:
Güneyinde

Guatemala is below Mexico.
Guatemala, Meksika'nın güneyindedir..

3. Unsuitable to the rank or dignity of:
Ağırbaşlılığa ya da konuma uygun düşmeyen.

Such petty behavior is below me.
Böyle kötü bir davranış bana uygun değil.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
Yandex.Metrica