The Wrong House
James N. Young
T
|
he night was dark. And the house was dark. Dark-and silent.
The two men ran toward it quietly. They slipped quickly through the dark
bushes, which surrounded the house. They reached the porch, ran quickly up the
steps, kneeled-down, breathing heavily, in the dark shadows. They
waited-listening whisper: ”we can’t stay here….Take this suitcase….Let me try
those keys. We’ve got to get in!”
Ten-twenty –thirty seconds. With one of the keys the
one man opened the door. Silently, the two men entered the house, closed the
door behind them, locked it.
Whispering, they discussed the situation. They
wondered if they had awakened anyone in he house.
“Let’s have a look at this place.” “Careful ,Hasty!” “Oh,
there is not anybody awake!” And the
soft rays of a flashlight swept the
room.
It was a large room. A living room. Rugs, carefully rolled,
lay piled on one side. The furniture –chairs, tables, couches-was covered by
sheets. Dust lay like a light snow over everything.
The man who held the flashlight spoke first. ”Well,
Blackie,” he said, “We’re in luck. Looks as if the family’s away.”
“Yeah, Gone for the summer, I guess. We better make sure,
though. Huh.”
Together they searched the house. They went on tiptoe
through every room. There could be no doubt about it. The family was away. Had
been away for weeks.
Yes, Hasty Hogan and Blackie Burns were in luck. Only once
in the past ten days had their luck failed them. It had been with them when
they made their big robbery-their truly magnificent robbery-on the Coast.
Yanlış
Ev
James
N. Young
G
|
ece
karanlıktı. Ve ev karanlıktı. Karanlık ve sessiz. İki adam sessizce ona doğru koştular. Evi çevreleyen karanlık
çalılıkların arasından hızla geçtiler. Verandaya ulaşıp, süratle merdivenleri
çıktılar ve karanlık gölgede derin derin
nefes alarak diz üstü çöktüler. Etrafı dinleyerek beklediler. “Burada ,
dışarıda bekleyemeyiz…çantayı al… şu anahtarları bir deneyelim….içeri
girmeliyiz” diye fısıldaştılar.
“on-yirmi-otuz saniye. Adamlardan biri anahtarlardan
biriyle kapıyı açtı. Sessizce iki adam eve girdi, arkalarından kapıyı
kapattılar, ve kilitlediler..
Fısısldaşarak durumu değerlendirdiler. Evden herhangi
birini uyandırıp uyandırmadıklarını merak ettiler.
“Şuraya bir göz atalım!”
“ Dikkatli ol, Hasty !” “Oh,
uyanık kimse yok!”. Ve hafif fener ışığı odayı taradı.
Büyük bir odaydı. Oturma odası. Dikkatle rulo yapılan
halılar bir kenara yığılmıştı. Sandalyeler , masalar, kanepeler gibi mobilyalar
bezlerle örtülmüştü. Toz ince bir kar gibi herşeyin üzerindeydi.
Feneri tutan adam İlk olarak konuştu. “Evet Blackie,
şanslıyız. Aile tatile çıkmış gibi görünüyor.”dedi.
“Evet tahminimce yaz tatiline gitmişler, yine de emin olsak
iyi olur, değil mi?”
Beraber evi araştırdılar. Bütün odaları ayaklarının ucuna basarak
aradılar. Hiç şüpheleri kalmamıştı. Aile gitmişti. Haftalardır uzaktaydılar.
Evet, Hasty Hogan ve
Blackie Burns şanslıydılar. Geçen on gün içinde sadece bir keresinde
şansları yaver gitmedi. Sahildeki büyük
soygunlarında -ki gerçekten muhteşem bir soygundu-, şansları yaver gitmişti.
It had been with them during their thousand-mile trip
eastward, by automobile. It had been with them every moment-but one.
That moment had come just one hour before. It came when Blackie, driving the car, ran over
a policeman. And Blackie, thinking of the suitcase at Hasty’s feet, had driven
away. Swiftly.
There had been a chase, of course. A wild crazy chase. And when a bullet had punctured the gasoline tank, they had had to
abandon the car. But luck or no luck, here they were. Alone, and without a car,
in a completely strange town. In the suitcase, neat little package on neat little package, lay nearly three hundred
thousand dollars!
“Listen,” said Mr. Hogan. “We have to get a car. Quick,
too. And we can not steal one- and use it. It’s too dangerous. We have to buy
one. That means that we have to wait until the stores open. That will be about
eight o’clock in this town.”
“But what are we going to do with that?” And Mr. Burns
pointed to the suitcase.
“Hide it right here. Sure! Why not? It’s much safer here
than with us- until we get a car.”
And so they hid the suitcase. They carried it down to the
cellar. Buried it deep in some coal, which lay in a corner of the cellar. After
this, just before dawn, they slipped out.
“Say, Blackie,” Mr. Hogan remarked as they walked down the
street, “The name of the gentleman we are visiting is Mr. Samuel W. Rogers.”
“How do you know?”
“Saw with on some of them books. He’s surely got a
wonderful library, hasn’t he?”
The automobile salesrooms opened at 8 o’clock, as Mr. Hogan
had supposed.
Bu şansları doğuya doğru otomobille yaptıkları bin
millik yolculukları boyunca hep onlarla
beraberdi. Bu şans, sadece bir kez hariç her an için onlarla beraberdi.
O an bir saat önce oldu. Blackie arabayı kullanırken bir
polisi ezmişti. Ve Blackie arabayı kullanırken Hasty’nin ayağının yanındaki
çantayı düşünürek hızla oradan uzaklaştı.
Elbette bir kovalamaca olmuştu. Vahşi ve çılgınca bir
takip. Ve bir kurşun benzin deposunu delince arabayı terketmek zorunda
kalmışlardı. Fakat şans veya şanssızlık işte buradaydılar. Yalnız,
arabasız ve tümüyle yabancı bir kasabada.
Çantanın
içinde üst üste düzenli konmuş deste deste
yaklaşık üç yüz bin dolar yatıyordu.
“Dinle” dedi Hogan “
bir araba bulmak zorundayız. Hem de çabuk. Ve bir araba çalıp onu kullanamayız.
Bu çok tehlikeli olur. Bir tane satın almak zorundayız. Bu da demek ki sabah
dükkanlar açılıncaya kadar beklemek zorundayız. Bu kasabada dükkanların
açılması saat sekiz gibi olur.”
“Fakat bununla ne yapacağız” ve Burns çantayı gösterdi..
“Onu tam buraya sakla. Kesinlikle! Neden olmasın? Biz bir
araba buluncaya kadar bizimle
olmasındansa burada olması daha güvenli.”
Ve böylece çantayı sakladılar. Onu aşağı bodruma taşıdılar.
Bodrumun bir köşesine istiflenmiş bir miktar kömürün içine iyice gömdüler.
Bundan sonra, şafaktan az evvel, dışarı
çıktılar.
Hogan caddeden aşağı doğru yürürlerken “Baksana Blackie” “ziyaret edeceğimiz
beyefendinin ismi Samuel W. Rogers” diye dikkatini çekti.
“Nasıl bildin?”
“Kitaplarının bazılarının üzerinde gördüm. Cidden mükemmel
bir kütüphanesi var; öyle değil mi?”
Hogan’ın tahmin ettiği gibi otomobil satış yeri saat sekiz
de açıldı.
Shortly before nine , Mr. Hogan and Mr. Burns had a
car. A very nice little car. Very
quiet. Very inconspicuous. And very
speedy. The dealer lent them his license plates and away they rode.
Three blocks from the house, they stopped. Mr. Hogan got
out. Walked toward the house. He had
just to go around to the rear, he
thought, and slip in..
Fifty yards from the house he stopped. Stared, swore softly. The front door was open. The window shades
were up. The family had returned!
Well, what bad luck. And what could they do? Break into the
cellar that night, and pick up the suitcase? No-too dangerous. Mr. Hogan would
have to think of something.
“Leave it to me, kid “ He told Mr. Burns. “You drive the
car. I’ll do the special brainwork. Let’s find a telephone. Quick.”
Directory. Yes , there it was- Samuel W. Rogers, Plain view
6329. A
moment later he was talking to the surprised Mr. Rogers.
“Hello,” he began, “ Is this Mr. Rogers – Mr. Samuel
Rogers?”
“Yes, this is Mr. Rogers.”
Mr. Hogan cleared his throat. “Mr. Rogers, “ he said—and
his tone was sharp , official ,impressive—“this is Headquarters , Police
Headquarters , talking. I am Simpson. Sergeant Simpson, of the detective
division—“
“Yes , yes “ came over the wire.
“The Chief –the Chief of Police , you know,”—here Mr. Hogan
lowered his voice a little—“has ordered me to get in touch with you. He’s sending me out with one of our men to see
you.”
“ Am I in trouble of some kind ?” asked Mr. Rogers.
“No, no, no. Nothing like that. But I have something of great importance to talk to you about.”
Saat dokuzdan az evvel Hogan ve Burns bir araba satın aldılar. Çok hoş, küçük bir araba. Çok
sessiz , göze batmayan. Ve çok da hızlı. Satıcı onlara kendi arabasının
plakasını ödünç verdi ve onlar sürüp
uzaklaştılar.
Evden üç blok ötede durdular. Hogan dışarı çıktı ve eve
doğru yürüdü. Sadece evin arkasına geçip, içeri girmeyi düşündü.
Evden elli yard ötede durdu . Dikkatlice baktı, sessizce
küfretti. Ön kapı açıktı ve pencere kepenkleri açılmıştı. Aile geri dönmüştü.
Ne kötü şans ama. Peki şimdi ne yapabilirlerdi. Bodruma bu
gece kapısını kırarak girmek ve çantayı almak mı? Hayır -çok tehlikeli. Hogan bir şeyler
düşünmek zorundaydı.
Burns’e “Bana bırak, opğlum” dedi “sen arabayı sür.Ben özel
beyin işini yapayım. Bir telefon bulalım. Çabuk!”
Bir telefon rehberi. İşte burda. Samuel W. Rogers, Plain View
mahallesi no:6329. Bir süre sonra şaşkın
Bay Rogers’la konuşuyordu..
“Merhaba” diye başladı “Bay Rogers’la mı? bay Samuel Rogers
mı ?”
“Evet, ben Samuel Rogers.”
Hogan bogazını temizledi ve kesin, resmi, etkileyici bir
ses tonuyla “Sayın Rogers” dedi. “Burası karakol, polis karakolu konuşuyor. Ben
Simpson. Dedektif bölümünden Çavuş Simpson.”
Telefondan “Evet,
evet” diye ses geldi..
“Şef, polis şefi bilirsiniz” dedi ve bu arada sesini biraz
düşürerek “sizinle görüşmemi emretti. Beni bir adamımızla sizi görmeye
gönderiyor.”
“Bir tür belanın içinde miyim?” diye sordu Sayın Rogers.
“Hayır , hayır , hayır. Öyle birşey değil. Fakat sizinle
hakkında görüşmem gereken çok önemli bir konu var.”
“Very well,” came
the voice of Mr. Rogers. ”I’ll wait for
you.”
“And, Mr. Rogers” Mr. Hogan cautioned, “ please keep quiet
about this. Don’t say anything to anybody. You’ll understand why when I see you.”
On the way back to the house, Mr. Hogan explained his idea
to Mr. Burns. Within ten minutes “Sergeant Simpson” and “Detective Johnson”
were conversing with the surprised Mr.
Rogers. Mr. Rogers was a small man . Rather insignificant. He had pale blue
eyes. Not much of a chin. A funny little face. He was nervous—a badly frightened man.
Mr. Hogan told the whole story. Somewhat changed. Very much
changed. And Mr. Rogers was surprised ,but delighted. He accompanied Mr. Hogan
to the cellar. And together they dug up to the suitcase. Took it to the living
room, opened it, so that it had
not been touched-that it really did hold a small fortune.
Bills, bills, bills!
Mr. Hogan closed the suitcase.
“And now, Mr. Rogers,” he announced, in this best official
manner, “Johnson and I must run along. The chief wants a report – quick. We
have to catch the rest of the robbers.
I’ll keep in touch with you.”
He picked up the suitcase and rose. Mr. Burns also rose. Mr. Rogers also rose.
The trio walked to the door. Mr. Rogers opened in. “Come in boys,” he said
pleasantly. And in walked three men. Large
men. Strong men. Men in police uniform
who without fear, stared at Mr. Hasty Hogan and Mr. Blackie Burns.
“What does this mean Mr. Rogers?” asked Mr. Hogan.
“It’s quiet simple,” said Mr. Rogers. “It just happens that
I am the Chief of Police!”
“Çok iyi” diye geldi Sayın Rogers’ın sesi “sizi
bekleyeceğim.”
“Ve Bay Rogers” diye Hogan devam etti “Lütfen bu aramızda
kalsın. Kimseye birşey söylemeyin, sizinle görüştüğümüzde nedenini
anlayacaksınız.” dedi.
Eve giderken, Hogan Burns’e kendi fikrini açıkladı. On
dakika içinde Çavuş Simpson ve Dedektif
Johnson şaşkın Bay Rogers’la konuşuyorlardı. Rogers ufak yapılı bir
adamdı. oldukça önemsiz biri. Mat mavi gözleri, büyük olmayan bir çene .
Sevecen bir suratı vardı. Gergindi- Belli ki kötü bir şekilde korkmuştu.
Bay Hogan bütün hikayeyi anlattı. Biraz değişik, hatta
bayağı değişmiş olarak. Ve Rogers şaşırdı ama hoşuna da gitti. Hogan’a bodruma
kadar eşlik etti. Ve beraberce çantayı çıkardılar. Çantayı oturma odasına
taşıdılar, çantayı açtılar ve içinde gerçekten küçük bir servet taşıyan çantaya hiç dokunulmamış oldugunu
gördüler. Paralar, paralar, paralar!
Hogan çantayı kapattı.
En ciddi tavrıyla “Ve şimdi Rogers, Johnson'la ben
gitmeliyiz. Şef bizden hemen bir rapor
istiyor. Hırsızların geriye kalanlarını da yakalamak zorundayız. Sizinle
irtibatta olacağım.”dedi.
Hogan çantayı aldı ve ayağa kalktı. Burns de ayağa kalktı.
Rogers da ayağa kalktı. Üçlü kapıya doğru yürüdü. Rogers kapıyı açtı.
Memnuniyetle “Buyrun beyler !” dedi. Ve içeri üç adam girdi. İri yapılı, güçlü
adamlar. Polis üniformalı adamlar korkusuzca Hasty Hogan ve Blackie Burns’e dik
dik baktılar.
Hogan “Bu ne demek oluyor, Sayın Rogers?” diye sordu
“Oldukça basit” dedi Rogers. “Şöyleki ben buranın polis
şefiyim !”
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder